Rüyanın Tarihçesi
Rüyaların tabirlenmesi, şüphesiz insanlık yaradılışından günümüze kadar süregelmiştir. Tüm eski uygarlıkları ve kültürleri incelediğimizde insanlar sürekli olarak rüyalarında gördükleri olaylara, nesnelere bir anlam kazandırmaya çalışmışlardır. İlk somut veriler MÖ. 3000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Bu anlamda kil tabletlere, kralların rüyalarının bulunduğu kitaplara rastlanmıştır. Daha eski ve ilkel toplumlar gerçek hayat ve rüyalar arasındaki ayrımı yapmakta zorlanmışlardır veya bu ayrımı yapmamışlardır. Kaldıki zaman zaman rüyalar gerçek dünyanın bir uzantısı olabilmektedir. Rüya tabirleme konusunda diğer milletlerden daha ön plana çıkanlar; Mısırlılar, Asurlular ve bunlardan etkilenerek Romalılar ve Eski Yunanlılardır.
Çin tarihinde insanlar, ruhun iki hayati yönü olduğunu ve rüya sırasında birinin vücudu terkederek rüya aleminde bir yolculuğa çıktığını, diğerinin ise vücutta kaldığına inanıyorlardı. Hatta Çinliler ani olarak uyandırılmaları halinde ruhun bedene dönemeyeceğini zannederlerdi. Bu düşünce Çinliler arasında günümüzde bile geçerliliğini korumakta ve alarmlı saatler hakkında şüpheci davranmaktadırlar. Bu inanışa rağmen geçmiş zamanlardan beri Wang Chong gibi Çinli filozoflar tarafından rüya tabirleme herzaman sorgulanmıştır. Milattan önce 900-500 yılları arasında yazılan Hintlilerin kutsal kitabı Upanişad rüyaların iki anlamı olduğunu vurgulamıştır. Birincisi, rüyaların iç arzuların ifadeleri olduğu yönündedir. İkincisi ise ruhun uyanana kadar bendenden ayrılıdığıdır. Amerika'daki bazı yerli kabileler atalarının rüyalarında bitki gibi insan olmayan formlar aldıklarına ve bu şekilde yaşamaya devam ettiklerine inanırlardı.
Yunan ve Roma Çağlarında Rüya
Yunanlılar iyi ve kötü rüyaların nasıl tabirleneceği konusndaki düşüncelerini Mısırlılarla paylaşmışlardır. Bu çağlarda rüyalar, önceden bir uyarı, gelecekte neler olacağının habercisi gibi düşünülerek dini olarak değerlendirilmiştir. Kimi zaman ölülerden kimi zaman ise tanrılardan bir mesaj olarak düşünülmüştür. Yunan rüya tanrısı Morpheus'un mabet ve tapnaklarda uyuyanlara kehanetler ve uyarılar gönderdiği düşünülüyordu. Yunanlılar, rüyalarındaki bu mesajlara o kadar tutunmuşlardıki politik ve askeri alanlarda, savaş stratejilerini belirlemede gördükleri rüyaları baz almaktalardı. Hatta savaşlarda liderlere rüya tabircileri bile eşlik etmekteydi. Daha geçmiş zamanlarda Yunanlılar, rüyaları sırasında bir anahtar deliğinden geçerek fiziki olarak tanrılardan ilahi mesajlar alıp tekrar geri döndüklerine inanıyorlardı.
Antiphon M.Ö. 5.yüzyılda, rüyalar hakkında bilinen ilk Yunan kitabını yazdı. Bu yüzyılda diğer kültürler, rüya sırasında ruhun bedeni terk ettiği düşüncesinde Yunanlılardan etkilenmişlerdir. Hipokrat'ın (M.Ö. 469-399) rüyalar üzerine basit bir teorisi vardı: ruh, gün boyunca görüntüleri alır ve gece boyuncada bu görüntüleri üretir. Yunan filozof Aristoteles (M.Ö. 384-322), rüyaların psikolojik aktiviteden kaynaklandığına inandı. Rüyaların, hastalıkları analiz ve tahmin edebileceğini düşündü. Marcus Tullius Cicero rüyaların kaynağının, geçmiş günlerdeki düşünceler ve konuşmaların olduğuna inanıyordu.
Helenik Çağda
Helenistik dönemde, tamamen rüyaların iyileştirici etkileri üzerine yoğunlaşmışlardır. Bu amaçla tapınaklar inşa etmişler ve hasta kişilerin bu tapınaklarda uyuması halinde şifa bulacaklarına inanmışlardır. Hasta kişilerin rüyalarının, rahatsızlıklarını tespit etmekte faydalı olduğunu düşüdüklerinden rüya tabircileri tıp uzmanlarına eşlik ederlerdi.
İbrahimi Dinlerde Rüya
Yahudilikte rüya, Talmud'da da bahsedildiği üzere, dünya deneyiminin bir parçası ve rüyalardan hangi dersler çıkıarılabilir şeklinde yorumlanmıştır.
Eski İbraniler, rüyalarını kuvvetli bir şekilde din ile ilişkilendirmişlerdir ve tek tanrılı bir dine inandıkları için rüyaları, tanrının sesi olarak nitelendirmişlerdir. Aynı zamanda İbraniler, iyi rüyaların tanrıdan, kötü rüyaların ise kötü ruhlardan kaynaklandığı ayrımını yapmışlardır. İbranilerde diğer pek çok antik kültürdeki gibi, ilahi vahiyler almak için rüya görmek için uyurlardı.
Hristiyanlar'da İbraniler gibi rüyaların doğaüstü bir karakteri olduğuna inanıyorlardı çünkü eski ahitte rüyaların ilahi mesajlar içerdiğine dair hikayeler vardı. Bu rüyaların en ünlüsü Cennet'e Dünya'dan uzanan merdivenin olduğu Yakub'un rüyasıdır.
Eski Mısır'da Rüya
Mısırlılar rüyalarını hiyoroglifler aracılığı ile günümüze taşımışlardır. Bu dönemde papazlar aynı zamanda rüya tabiri de yapmaktaydılar. Anlamlı ve özel rüyalar gören insanlar kutsanmış sayılırdı ve bu kişilere ayrıca ilgi gösterilirdi. Ayrıca rüyaları tabirleme özelliğine sahip insanlar da yüksek mertebelere getirildi. Bunun en bilinen örneği Hz.Yusuf (a.s)'dır. Hatta bu özelliği sayesinde zindandan çıkarılmıştır.
Orta Çağda Rüya
Orta çağda rüya sırasında savunmasız olunduğu için bu sırada şeytanın insanların kafalarına kötü ve zararlı fikirleri soktuğu düşünülürdü ve dolyası ile rüyalar şeytani olarak değerlendirilirdi. Rüya sırasında görülen doğa üstü olaylar ve şekillerin buna sebep olduğu kanısı vardır.
19.Yüzyılda Rüya
Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog Sigmund Freud rüya üzerindeki çalışmaları ile yeni bir devrim başlatmıştır. Bu yüzyılda rüyaların hazımsızlık, huzursuzluk gibi sebeplerden orataya çıktığı görüşü hakimdir. Sigmund Freud tüm rüyaların tabirlenmesi gerektiğini savunmuştur.
Modern Çağlarda Rüya
Günümüzde rüyaların bilinçaltı ile bir bağlantısı olduğu düşünülmektedir. Dolayısı ile rüyalar üzerine psikolojik, fizyolojik birçok araştırma yapılmakta ve rüyaların sırrını ve sebebini çözme yönünde gelişmeler kaydedilmektedir.